TARİKATTA ŞEYHİ BULUP BERABER ÇALIŞMAK EMRİ
(Sûre-i Maide, Ayet 35)
قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُوا اِلَيْهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُوا فِى سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ey Mü'minler Allah'tan korkunuz. O Hakk Celle ve Alâ Hazretlerine yakınlık için vesile arayınız ve onunla da mücahede yolunda çalışınız ki, felah bulasınız (kurtuluşa eresiniz) ve olasınız.”
Bu ayeti kerime de buyuruyor ki; Ey Allah'u Teâlâ'ya iman eden mü'minler! Allah'u Teâlâ'ya takva ile amel ediniz. Allah'u Teâlâ'ya yakınlık ve vasıl olmak, ona kavuşmak için vesile, vasıta, çareler arayınız ki, ona yakınlık edesiniz. Ona vesile; şeriatla amel, tarikatla sülûk edenler olur. O zatı ara, bul ki, seni Hakka götürsün.
Bu sözlerin tasdikini Ayet-i Kerimenin sonunda:
وَجَاهِدُوا فِى سَبِيلِهِ
“Allah yolunda mücahede ediniz” Mücahede nefsi ile mücahededir. Resûl-i Ekrem (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz buyuruyor ki:
قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اَلْمُجَاهَدَةُ يُورِثُ الْمُشَاهَدَةُ
“Nefsinle mücahede Rabbınla görgü getirir”[1]
Yine Hadîs-i Şerîfte:
قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : رَجَعْنَا مِنْ جِهَادِ الْاَصْغَرِ اِلٰى جِهَادِ الْاَكْبَرِ
“Küçük muharebeden büyük muharebeye döndük”[2] demektir.
- Ya Resûlullah! Bu harpten evimize geldik, daha büyük harp nerededir? deyince:
- Evimizde nefsimizle edeceğimiz harp bu harpten daha büyüktür diye buyurmuştur. İşte bak yukardaki ayetin devamında:
لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Siz imandan sonra şeriatın takvası yolu ile amel ederseniz, tarikat erenlerini arar, bulur, onunla beraber mücahedeyi nefisle Hakk yolunda çalışırsanız, her korktuğunuzdan kurtulur, umduklarınıza erer, iflah olursunuz” diye buyurdu.
(Sûre-i Maide, Ayet 48)
قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا
Şeriat ve tarikat hakkında ayetin başında Ahkâm-ı Kur'ândan ayrılmamayı söyler.
Tefsiri Kur'ân'da yani Kur'ân tefsirinde aynen şöyledir:
“Ey Nas! Sizden her bir taife için, bir şeriat ve tarık koydum, ittihaz ettim,”[3] diyor.
Cenab-ı Allah'u Teâlâ şeriatı ve tarikatı bizim için bu erkânı kurmuştur. Bunun ikisini birbirinden ayırmak, birini tutup, birini yermek, ayırmak ve amel etmemek ne haddimizedir. Her kim ayeti kerimelere itiraz ederse, dini imanı gider, kendi kafir ve avradı boş olur. Çünkü Kur'ân-ı Kerim Allah'u Teâlâ'nın bizzat kendi sözüdür. Hadîs-i Şerîfler yine böyledir ki, bizzat Resûlullah'ın sözüdür. Buyuruyor ki:
“Benim hadîslerime inanmayan ve hadîslerimi tasdik etmeyen müslüman değildir.”[4] Hadîsi şeriflerin içinden hadîs-i mevzular (uydurma hadisler) İmam-ı Azam Efendimizin zamanında beşyüz din uleması tarafından seçilmiştir. Bir kimse hadîs-i şerîflere inanmıyorsa o kimse kendi dinini yalanlamıştır, itham etmiştir. Kendi dininden şüphesi vardır. Gayrı mezhebin (Fırkâ-i Dâlle) kitaplarını okumak, onlara inanmak, insanın dinini, imanını parçalar. Sözüne inanılacak adamın takvası kuvvetli olanıdır. Bir kimse Kur'ân'dan, Hadîs-i Şerîften ve kelâmı kibardan çok yakışıklı hayrete düşürecek sözler söyleyebilir, hakiki mü'minin sözlerini söyler. Fakat bu adamın takvası nasıl, sünneti Resûlullah'a uyması nasıl, sözü, fiili birbirini tutuyor mu? Asıl işleğine bakılır. Münâfıklar çok güzel konuşur, onlara bakma. Bunların beyanı ayeti kerimelerle gelecektir. İnşallah'u Teâlâ.
Allah'u Teâlâ'ya yakınlık kazanmağa vesile aramak hakkında:
(Sûre-i İsra, Ayet 57)
قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: اُلَئِكَ الَّذِينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ اِلٰى رَبِّهِمُ الْوَسِيلَةَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُ اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُورًا
“Benim o kullarım ki siz onları tanrımız diye zuum edersiniz. Halbuki onlarda kendilerine kılavuz, delil, yol gösterici ararlar.”
Tefsirde “onların ilah dedikleri İsa (Aleyhis-selâm), Üzeyr (Aleyhis-selâm) onlarda Rabb'ılarına yakınlık için vesile, vasıta ve kılavuz arayanlardır. Onlar Allah'u Teâlâ'nın rahmetini isterler ve azabından korkarlar. Allah'ın azabı korkmayı değer!” İşte yukarıdaki ayetlerde iman takva ile amelden sonra Allah'u Teâlâ'ya yakınlık için vesile, çareler aradıkları ulemaya ihtiyaç olduğunu beyan eder. İyi kimseler kurbiyete, yakınlık kazanmaya çalıştıklarını, Peygamberlerin bile vesile aradıklarını haber veriyor. Peygamberimize Cebrail (Aleyhis-selâm) delil olmuştur. O vesile ile Rabb'isine kavuşmuştur. Adem (Aleyhis-selâm)'e Cebrail (Aleyhis-selâm) ekmeyi, biçmeyi, un etmeyi, yemeyi vesaireyi öğretmiştir.
(Sûre-i Kehf, Ayet 84)
قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: كُلِّ شَيْئٍ سَبَبًا
“Her şey için sebeb vardır.”
Allah'u Teâlâ'ya da kavuşmak için sebebler vardır. Padişahın yanına onun adamlarını vesile, vasıta ederek varırsın. Allah'u Teâlâ'nın adamını bulup onunla huzuru bulmak istemez misin? Muhakkak o huzura onun adamları ile varabilirsin. İşte bunlar şeriatla amel, tarikatla sülûk eden hakiki şeyhlerdir. Onlar o huzuru, o halı buluncaya kadar ne ömürler sarf edip, ne emekler çekmişlerdir. Ne mücahedeler, ne riyazatlar yapmışlardır. Asıl ulema bunlardır.
İlim ikidir: Biri fıkıh ilmi, biri maneviyat ilmidir. Fıkıh şeriattır, maneviyat tarikattır. Bunların yalnız şeriat ilmini bilen ulemâ-i fıkhiyye denir. Hem şeriat, hem tarikat ilmini bilen “ulemâ-i billâh (Allah'ın ulemâsı)” dediği bunlardır. Yalnız şeriat ilmini bilen tek kanatlıdır. Hem şeriat hem tarikat ilmini bilen çift kanatlıdır. Yani hem şeriatla amel, hem tarikatla süluk eden ve bu huzuru bulanlar vesile, vasıta olacaklardır. İnşallah'u Teâlâ. İlerde buna dair ayetler, hadîs-i şerîfler gelecektir, hepsi isbat edilecektir. Bu adamlar Allah'u Teâlâ'ya kullarını hidayet ve irşada vesile olurlar.
İrşad ediciler olduğu, tefsirde:
(Sûre-i A'raf, Ayet 159)
قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: وَمِنْ قَوْمِ مُوسٰى اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِهِ يَعْدِلُونَ
“Musa (Aleyhis-selâm)'ın kavminden bir taife haklı olarak nâsı irşad eder ve adaletle muamele ederler ve hüküm verirler.”
İşte Musa (Aleyhis-selâm)’ın ümmetinde bunlar var olunca Resûl-i Ekrem Efendimiz müteessir olmuş, “benim ümmetimde yok mu acaba?” Hemen şu ayet gelmiştir.
(Sûre-i Araf, Ayet 181)
قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: وَمِمَّنْ خَلَقْنَا اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِهِ يَعْدِلُونَ
Tefsirde: “Halk ettiklerimizin içinde bir kimse var ki, halkı Hakka irşad ederler ve muamelelerinde adaleti tutarlar ve iltizam ederler.”
Bu ayeti kerime gelince Resûl-i Ekrem Efendimiz çok sevinmiş.
“Elhamdülillah! Musa (Aleyhis-selâm)'ın ümmetinde Peygamberler nasıl irşad ve hakka hidayet ettiler ise benim ümmetimde de öyle irşad sahibi olurlar”[5] diye buyurdu.
Hadîs-i Şerîf'te:
قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: عُلَمَاءِ اُمَّتِى كَاَنْبِيَاءِ بَنِى اِسْرَائِيلَ
“Benim ümmetimin uleması Ben-i İsrail Peygamberleri gibidir”[6] dediği budur. (Ulemâ-i Ümmeti) dediği bazı sarığı, cübbesi büyük olan bir tek fıkıh ilmini bilip bu dediklerimizden haberi olmayan hocalar değildir. Hem şeriatla, hem tarikatla çalışıp, esrar-ı ilahiyeye erenlerdir.
قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : رَحْمَةُ اللّٰهِ عَلٰى خُلَفَائِى قِيلَ وَمَا خُلَفَائِكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ تَعَالٰى قَالَ الَّذِينَ يُحْيُونَ سُنَّتِى وَيُعَلِّمُونَهَا النَّاسَ (ابى نصر و ابن عساكر عن الحسن)
Ebû Nasır kitabından ve ibn-i Asakir'den Hasan (Radiyallahu anhu) rivayetiyle Resûl-i Ekrem (Sallallahu aleyhi vesellem) Hadîs-i Şeriflerinde buyuruyor ki:
- “Allah'u Teâlâ'nın rahmeti benim halifelerime olsun deyince:
- Senin halifelerin kim ya Resûlullah dediler? Buyurdu ki:
- Sünnetimi ihya eder ve nâsa da öğretirler”[7] diye buyurmuştur.
Bu sultanlar Resûlullah'ın hem şeriatı, hem tarikatı ve hem hakikatı ile çalışmışlar, sünnetini ihya etmişler ve hem de nâsa şeriat, tarikat, hakikat yolunu öğretmişlerdir. Biz de alimiz aynı vazifeyi yapıyoruz diyen hocalara şöyle denir. Eğer sen de şeriatla, tarikatla, hakikatla çalışıyorsan iddian tamam, yalnız şeriatta kalmış isen tarikat ve hakikat sünnetleri sende yoktur, noksandasın, bu sözler sünneti tamam tutanlaradır. Allah'u Teâlâ'nın rahmeti onlaradır.
Hazreti Ali (Kerremallahu Veche), Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)'e sormuş:
- Ya Resûlullah sünnetlerin nelerdir? Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) cevaben şu hadîs-i şerîfi söylemiştir:
عَنْ عَلِىٍّ رَضِيَ اللّٰه عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اَلشَّرِيعَةُ اَقْوَالِى وَالطَّرِيقَةُ اَفْعَالِى وَالْحَقِيقَةُ حَالِى وَمَعْرِفَةُ سِرِّى وَذِكْرُ اللّٰهِ اَنِيسِى وَالصَّوْمُ حُجَّتِى وَقُرَّةُ عَيْنِى فِى الصَّلٰوةِ
Ali (Radiyallâhu Anh)’dan Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
Şeriat: Muhakkak yapınız ve yapmayınız dediğim şeylerdir.
Tarikat: Kendi yaptığım gece, gündüz zevk alıp çalıştığım ve onunla çok acaib, garaiblere erdiğim şeylerdir.
Hakikat: Aşk, muhabbet, âşıklık, maşukluk halleridir. Bunda Allah'u Teâlâ ile kul arasında nice haller olur ki, bu da benim halımdır.
Marifet: Sırrımdır,
Zikrullah: Gece, gündüz eşim, yoldaşımdır.
Oruç: Hüccetimdir. Beni menzilime yetiştirendir.
Namaz: İki gözümün ışığıdır.[8]
Hoca yalnız şeriatta kalıyorsun, geri ki sünnetler nerede kaldı. Bu sultanlar bu sünnetlerin hepsini tutup ihya edenlerdir. Halife-i Resûlullah bunlardır. Allah'u Teâlâ'ya rahmet et dediği bunlardır. Bunlar için Cenâb-ı Hakk'ın hesapsız nimetleri, cenneti, Cemali olduğunu beyan eder. Bir de bunların aksi olup, kalp gözleri kör olup, bunlara muhalefet ve bunlarla mücadele edenleri, uğraşan ve çekişenleri beyan eder.
عَنِ ابْنِ زَرٍّ رَضِيَ اللّٰه عَنْهُ اَنَّهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : مَنْ اَذَى الْمُسْلِمِينَ فِى طَرِيقَتِهِمْ وَجَبَتْ عَلَيْهِ لَعَنْتُهُمْ (طب ابو الشيخ ابو نعيم كر)
İbn-i Zer (Radiyallahu anhu)’dan Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem):
- “Her kim müslümanlara tarikatlarından dolayı dil, el veya başka türlü eza cefa edenlere lânet olsun. Onlara lânet vacib olur,[9] diye buyurmuştur.
Hadîs-i Şerîf:
قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : قَالَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ اَلْمُتَحَابُّونَ فِى اللّٰهِ عَلٰى مَنَابِرٍ مِنْ نُورٍ يَغْبِطُهُمْ بِمِكَانِهِمْ النَّبِيُّونَ وَالصِّدِّيقُونَ وَالشُّهَدَاءُ (ت حم)
“Dünyada iken sırf Allah rızası ve Allah sevgisi ile birbirlerini severler, yarın mahşerde nurdan minberler üzerinde olurlar. Onların mekânlarına Peygamberler, şehidler, sıddıklar imrenirler.”[10]
[1] Müzekkî'n-Nüfus, s. 23-24; Marifetnâme, s. 424.
[2] İbn-i Abidîn, (Reddü'l-Muhtar), Cild 8, s. 370; İhyau' Ulumi'd-Din, Cild 3, s. 150; İrşâd, Cild 2, s. 226. Müzekkin Nufüs , s. 474.
[3] Taberi Tefsiri, Cild 2, s. 491; Kur'ân Meâli ve Tefsiri (Ömer Nasuhi Bilmen) Cild 2, s. 779.
[4] Kütüb-i Sitte, Cild 1, s. 322.
[5] Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hazretlerinin vaaz bandından alınmıştır.
[6] Berika, Cild 1, s. 58; Müzekkî'n-Nüfus, s. 417.
[7] Muhtarü'l-Ehâdîsîn Nebeviyye, Hadîs No: 250, s. 186; Râmûzu'l-Ehâdis, Hadîs No: 3633.
[8] Envârü'l-Aşıkîn, s. 369; Kütüb-i Sitte, Cild 9, s. 415; Cild 7, Hadîs No: 2137; Ömer Nasuhi Bilmen «500 Hadîs Kitabı» Hadîs No: 213, s. 187; İhya'u Ulumi'd-Dîn, Cild 2, s. 82-83, Hadis No: 108; Altı Parmak Kitabı, s. 580; Marifetnâme, s. 527, 1095; Sünen'ün Nese-i, Cild 7-8, Hadîs No: 3928; Kimya-i Saâdet, s. 213; İrşad, Cild 1, s. 315.
[9] Taberani, Mu’cemu’l-Kebir, Hadis No: 2978;
[10] Sûre-i Nisa, Ayet 69; Sünen-i Tirmîzi, Cild 4, Hadîs No: 2499; Berîka, Cild 2, s. 296; Râmûzu'l-Ehâdîs, Hadîs No: 4067.