MÜMİNLERİN BEŞ DÜŞMANININ BAHSİ

Ben şeyhim der de halkın malına göz dikenler, bir de ben alimim der zenginlere halini şikayet edenler bunlardır. Mü'minlerin düşmanı beştir.

اِبْنِ لَالٍ عَنْ اَبَانٍ عَنْ اَنَسٍ رَضِيَ اللّٰه عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اَلْمُؤْمِنُ بَيْنَ خَمْسِ شَدَائِدٍ مُؤْمِنٌ يَحْسُدُهُ وَمُنَافِقٌ يَبْغِضُهُ وَكَافِرٌ يُقَاتِلُهُ وَنَفْسٌ يُنَازِعُهُ وَشَيْطَانٌ يُضِلُّهُ

İbn-i Lalin Eban ve Enes Radiyallahu anhu’dan Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

“Mü'min beş şiddet karşısındadır. Mü'min hased eder, münafık buğuz eder, kafir öldürmek ister. Nefis münazaa itirazlar eder, şeytan azdırır.”[1]

Bu beş düşman karşısında mü'min neylesin! İyice dikkatli düşünenler bu nedir bilirler. Allah korusun!

Mü'min hased eder dediği hocalardır. “Hasedlik ondur dokuzu hocalarda birisi diğer nastadır” diye Hadis-i şerifte buyuruluyor.

Allah'u Teala bir çok şeyleri on on yaratmış dokuzu birinde birisi birinde diyor, bu Hadistir. Allah'u Teala cömertliği ona ayırdı. Dokuzu Sudanlılar da, birisi sair nastadır.[2] Allah'u Teala cimriliği ona ayırdı. Dokuzu acemde birisi sair nastadır.[3] Allah'u Teala hasedliği ona ayırdı. Dokuzu (alimlerde), hocalarda birisi diğer nastadır. Allah'u Teala; hayayı, utanmayı ona ayırdı. Dokuzu Arapta'dır birisi sair nastadır,[4] diye devam eder. İla Ahir...

Bir taraftan şeyhler haklıdır. Hakiki şeyhlerin aleyhinde söyleyenler münafıklardır. Ama münafık, zındık şeyhlerin aleyhinde söyleyenler haklıdır. İyiler hocalarda da var, şeyhlerde de var.

Seyyid Ahmed Rufai Hazretleri buyuruyor. Ulema dört türlüdür: Şeyhler de dört türlüdür.

1- Nakıs

2- Mahçup

3- Mağbun,

4- Kamil.

Şeyhlerin kamil olanları hocaların kamil olanları ile sözleri (konuştukları) birbirini tutar. Tutmayanlar nakıslar, mahçuplar ve mağbunlardır diye buyurmuştur.

[Nakıs: Noksanda kalan, noksanlı demektir.

Mahçup: Söyleyeceği sözü, yapacağı işi, açıklayacağı mevzuyu; bunlar en gerekli de olsa söylemeye, dinlemeye, açıklamaya, açıklatmaya utanandır.

Mağbun:

Hadis-i Şerif:

“Bir insan kendi halını kendi zamanını bilmezse o kimse mağbundur.” (Mağbun ahmak demektir.)

Kamil: Olgunlaşmış her haliyle tam kemal bulmuş kimseye denir. Mesela: İnsanların küçüğüne çocuk, yaşlısına ihtiyar, evlenme çağına gelenede olgunlaşmış kemal bulmuş denir. Bu da tarikatta, tasavvufta, kemalda, vakarda olgunlaşmış kemal bulmuş olur.]

Bazı hocalarımızda, dervişlerimizde, şeyhlerimizde var ki el kapılarında yüz suyu dökerek şeriatı, tarikatı lekeleyenler bunlardır. Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem'in (Ulema-i Sui) dediği bu kötü hocalardır. Ehl-i takva olan hocalar dini, şeriatı düzeltir. Kötü hocalar dini, şeriatı bozar. Sahtekar şeyhler tarikatı, hakikatı, marifeti bozarlar. Hatta şeriatı da bozarlar, halkın nazarından düşürürler. Şeriatı terk ederler, maazallah zındık olurlar. Bilmeyenler işte tarikatçılar derler. Tan edenlerin dilleri uzar. Böyle sahtekar şeyhler dini de, tarikatı da bozarlar. Her itibar kazanan şeyhlerin sahte taklitçileri çok olur.

[Bu tarikatta çok fazla itibar kazanan çok büyük zatlar dünyaya ün salmış milyonlarca Mürşid-i Kamil, büyük Evliya, büyük zatlar yetişmiştir. Nerde kabri ziyaret edilen, milletin kabrine akın ettiği büyük zat varsa git, sor, bak öğren tarikatlıdır. Zikrullah ehlidir, ölmemiştir. Çünkü diri olanlardan daha çok fazla rağbet görüyor. Hem de vefatından yüzlerce sene sonra Kur'an-ı Kerim'de:

“Siz Allah yolunda ölenleri öldü sanmayın, onlar diridir,”[5] diyor.

İşte bunlar nerde varsa hepsi tarikat ehlidir. Ya şeyhtir, ya da müriddir. Abdulkadir Geylani'nin, Mevlana'nın, Yunus Emre'nin ve benzeri meşayihlerin, müridlerin kabirlerine senede milyonlarca insan ziyarete gidiyor. Hürmet, saygı gösteriyor. Gidenlerin de müşkülleri halloluyor. Eğer müşkülleri hallolmasa o kadar insanın onun kabrine gitmesine imkan var mı? Hatta turistler de geliyor, onlarda kabrini geziyor, içlerinde ibret alıp müslüman olanlarda oluyor. Kabirlerine senede millet ve devlet tarafından çok büyük miktarda para harcıyorlar. Onun kat kat misli gelir, geliyor. Tarikatsız olan hocaların hangisinin kabrine veya sağlığında ziyaretine geliyorlar? Kendileri bunların binde biri kadar rağbet görebiliyor? Bilal Babam:

“Onun gölgesi altında geçinebilmek için kendisine şeyhlik süsü ve-renler çoktur. Her itibar kazanan şeyhlerin sahte taklitçisi çok olur” buyuruyor. Biraz tasavvuftan okuyup şeyhliğin, müridliğin hallerinden öğrenir, biraz da kaside öğrenir, ben şeyhim der. Şeyhin sahtesi ile hakikisinin na-sıl ayırt edileceğini millet bilemediğinden onun arkasına düşer. Bir şeyh veya hoca hakiki ise onun amelini Allah'u Teala ziynetlendirir. Okuduğu hasta şifa bulur, müşkülü olan kimselerin müşkülünü halleder. Allah'u Teala onu tanıtır. Bir şeyhin veya hocanın şeriatta noksanı varsa şeriatsızsa “Onun amelini de şeytan ziynetlendirir.”[6] Şeytan güzel gösterir, şeytan-i ilimler, şeytan-i rüyalar ve şeytan-i haller çok iyiymiş, rahmani imiş gibi görünür. Bunun ölçüsü de şeriattır. Demişler ki:

Şeriattır cümle işlerin başı

Şeriatsız tarikat şeytan işi

Tarikat ehlinde yoksa şeriat;

Onun şeyhi şeytandır mutlak.

Bir hocanın iyiliği takvasından, Allah'u Teala'dan korkmasından bilinir. Hiç bir müstakim olan alim, Allah'u Teala'ya ibadet eden dervişler aleyhinde söz söylemez, söylemeye Allah'u Teala'dan korkar. Allah'ı sevenleri sever. Şeyhlerin iyileri çok cömert olur. Bir de çok nasihat eder.

Nasihat: Şöyle olur; Hangi mecliste olursa olsun önünde, kendi evvelden hiç bir şey hazırlamaz, kendi isteği ile kendi bildiği gibi vaaz yapmaz. Allah'u Teala kalbine yapacağı vaazı, söyleyeceği sözü bildirir.

Asıl manevi alim, vaaz ve nasihatlarını hazırlamaz. Peygamberimize ve Cenab-ı Hakk Teala Hazretlerine huzur eder. Bu cemaate ne gerekli ise o vaazın yapılması için müracatta bulunur. Allah'u Teala'dan ve Resulullah'tan aldığı ilhamla en gerekli vaazı yapar. Hatta o vaazında otuz, kırk kişinin ayrı ayrı sorularını, bir konuşmasında Allah'u Teala'nın ilhamla bildirmesi ve gönlüne doğması, ile hepsinin sorusunu sorulmadan cevaplandırır. Hepsini ikaz eder.

Kaside:

Sana bakıp durur gözü

Sohbet edip söyler sözü

Lakin Hak iledir özü, dediği odur.

Kur'an-ı Kerim'de Sure-i Kehf'de Hızır Aleyhisselam Musa Aleyhisselam'ya ilm-i ledünü öğretirken Hızır Aleyhisselam Allah'u Teala'nın kendisine bildirmesiyle bildi, onu yaptı. Onlarda Musa Aleyhisselam'ya ters geldi.[7] Musa Aleyhisselam işine karışmayacağına, her halini, her hareketini kabul edeceğine, Hızır Aleyhisselam'a söz vermişti.[8] Musa Aleyhisselam sabır edemedi iki defa itiraz etti. En sonunda yine muhalefet etti.[9] O'nun Ledün ilmine aklı yetmeyip muhalefet edip karışınca hocalar aynı ilim de bilmediği şeyde kendinde o ilim olan hakiki şeyhlerin işine karışmaz mı, aksini iddia etmez mi? İşte Allah'u Teala bize Kur'an-ı Kerim'de Ledün ilmini bilmeyenler Musa Aleyhisselam gibi alimde olsa bilen hakiki şeyhlere muhtaçtır. Hemde bilmeden işine karışır diye bize ders veriyor.

Musa Aleyhisselam'da peygamberlik var, ilim var, kitap kendine inmiş. İlm-i Ledün yok. Onun için yine Hızır Aleyhisselam'ın yaptığına akıl yetiremeyip aciz kalıyor. Hızır Aleyhisselam'ın gemiyi delmesine, oğlanı boğazlamasına, duvarı yapmasına karşı çıkıyor. Kelimullah, Resulullah, ulul azim peygamber olan ve kendine kitap inen Musa Aleyhisselam, söz verdiği halde dayanamayıp muhalefet ederse hocalar, şeyhlerin yaptı-ğına muhalefet etmez mi? İlm-i Ledün sahibi hakiki şeyhlerin bazı sözü, fiili, hareketi milletin görüşlerine, şeriata tersmiş gibi gelebilir. Sonunda haklı olduğu meydana çıkar. Nesimi, Mansur, Şeyh Muhiddin-i Arabi Hazretlerini astıran, kestiren, derisini yüzdüren, İngiliz, Fransız, Rus değildi. Zamanenin en üst düzeyde zahir alimlerinin, müftülerin ve Diyanet Reislerinin verdikleri fetva ile asıldı, kesildi ve derisi yüzüldü. Sonunda haklı olduğu meydana çıkınca herkes üzerlerine türbe yapıp ziyaret etmeye başladılar. Bu şuna benzer; Bir kadın kendisi çirkin boyayla pudrayla kendini güzel gösteriyor. Başka bir kadında kendisi çok güzel, yüzündeki kir kendi-sini çirkin gösteriyor. Bunun ikisine bakıldığı zaman güzel olan çirkinmiş, çirkin olan güzelmiş gibi görünür. İkisi de hamama gidip yıkanırlarsa birisinin yıkandıkça kendini güzel gösteren boya, pudra gider, çirkinliği meydana çıkar. Birisi de yıkandıkça yüzündeki kir gider, güzelliği meydana çıkar. Yeryüzündeki zahiri alim hocalar “kendi çirkin olup boya, pudra ile güzel görünen gibidir.”[10] İnsanların hamamı ölünce yıkandığı teneşir tahtasıdır. Orda yıkanınca herkesin kendini anlayamadığı masiyet kirleri gider, esas güzelliği meydana çıkar. O biri de kendini güzel gösteren sarık, cübbe, kıraat, vaaz, nasihat görünmez olur, gider. Çirkinliği meydana çıkar. Mesela: Mevlana ve diğer meşayıhlar yediyüz seneden beri gittikçe güzelliği artıyor. Kabrine bütün mü'minler, hatta turistler bile geliyor. Mevlana'nın zamanında binlerce en yüksek düzeyde din adamlarının kabrine gidip fatiha almak (okumak) kimsenin aklına gelmiyor. Kendi unutulmuş, kabri bile belirsiz olmuş, işte çirkinliği meydana çıktı.

Kur'an-ı Kerim'de: “Siz Allah yolunda ölenleri öldü sanmayın, onlar diridirler velakin siz bilmezsiniz.”[11] buyurduğu gibi Mevlana ve benzeri tarikat şeyhleri de ölmemiştir. Eğer ölse bunların kabrine yüzbinlerce kişinin akın etmesine imkan var mı? Ölü adamın kabrine bu kadar insan gelir mi? Diğerleri de ölmemiştir, diridir desen propagandasını, reklamını yapsan kimseyi kabrine götüremezsin. Çünkü Allah'u Teala bu hasleti sevdiklerine verir. Hatta yol yapımcıları bile bazı zatların kabrini yıkamıyor. Ya yolu kaydırıyor, ya kabri bulvar içine alıyor. Oysa diri olan herkesin evini istimlak edip yıkıyorlar.

Ona öldü dersen kendin ölüsün

Aklın başında hemde delisin.

Allah öldürür mü kendi velisin.

Hadis-i Şerif:

“Her kim sünnet ile amel ederse Allah'u Teala ona dört büyük haslet verir.[12] Bunlardan birisi de mü'minlerin kalbine sevgisini koyar.”

İşte dediğimiz şeyhlerda onların sağlığında yanına, ölünce kabrine, milletin akın etmesini, sağlayan bu sevgidir. Bu sevgi Allah'tan gelir. Allah'tan gelende devamlı olur.

“Dünya hayatında iken kendilerine müjdeler vardır.”[13]

“Onların günahlarını sevaba çeviririm.”[14]

“Amellerinin birisini yediyüze kabul ederim.”[15]

“Gören gözü işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı, söyleyen dili ben olurum.”[16]

Şimdi Mevlana'yı misal veriyorum. Hepside böyledir sağlığında kendini bilen az. Vefatından yediyüz sene sonra şimdi kabrine gelenler, sağlığında yanına gelenlerden binlerce onbinlercedir ve gayet çoktur. Yüzbinlerce, milyonlarca kişi bu dünyada müşküllerini hallettirmek, şefaatını beklemek için kabrine akın ediyor. Kur'an-ı Kerim'de:

قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: مَنْ ذَا الَّذ۪ى يَشْفَعُ عِنْدَهُ اِلَّا بِاِذْنِه۪

“Men zellezi yeşfau indehu illa bi iznih” Manası:

“O günde kimse kimseye şefaat edemez, ancak Allah'ın izin verdiği kimseler şefaat eder.”[17]

Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem:

“Ben kıyamet gününde yerdeki ağaç ve kum sayılarından daha çok şefaat ederim.”[18] buyuruyor.

Hazreti Pir Abdulkadir Geylãni Kitabında:

عِزَّتِ رَبّ۪ى لَا تَزَالُ يَد۪ى عَلٰى رَأْسِ مُر۪يد۪ى

“Rabb'imin izzetine yemin ederim ki müridimin başı üstünden kıyamete kadar elim eksik olmaz,”[19] diye buyurur.

Veysel Garani Hazretleri hakkında Hadis-i Şerif:

“Üveys Mudır kabilesinin koyunlarının sayısınca kimseye şefaat eder.”[20]

Yarın mahşerde de Allah'u Teala Mevlana'ya diğer meşayıhlara şefaat etme izni verip, cehennemden, (ateşten) insanları kurtarıp, cennete gönderince, bu dünyadaki gibi mi rağbet görür? Hayır! Bu, bu dünyadakinin binlerce misli fazla rağbet görür. Bir memlekete işçi yazılacağı zaman millet gidebilmek için kuyruğa giriyor. Cehennemden (ateşten) kurtulacağı zaman onlara şefaat edip kurtaran, nasıl rağbet görmez? Allah cümlemize bildirsin. (Amin).]


[1] Ramûzu'l-Ehadis, Hadis No: 2857.

[2] Ramûzu'l-Ehadis, Hadis No: 4140.

[3] Ramûzu'l-Ehadis, Hadis No: 4140.

[4] Ramûzu'l-Ehadis, Hadis No: 4140.

[5] Sûre-i Bakara, Ayet 154.

[6] Sûre-i Neml, Ayet 24.

[7] Sûre-i Kehf, Ayet 71.

[8] Sûre-i Kehf, Ayet 69.

[9] Sûre-i Kehf, Ayet 73.

[10] Sûre-i Bakara, Ayet 138.

[11] Sûre-i Ali İmran, Ayet 169; Sure-i Bakara, ayet 154.

[12] İmam-ı Celaleddin Es-Sûyûti «Kabir Alemi», s. 266. (Benzeri)

[13] Sûre-i Yunus, Ayet 64.

[14] Sûre-i Furkan,Ayet 70.

[15] Sûre-i Bakara, Ayet 261; Ramûzu'l-Ehadis, Hadis No: 4343; Envarü'l-Aşıkin, s. 125.

[16] Gunyetü't-Talibin, s. 1048, 1057; Sahih-i Buhari Tecrid-i Sarih, Cild 12, Hadis No: 2042; Ramûzu'l-Ehadis, Hadis No: 4094; Berika, Cild 1, s, 313; Riyazü's-Salihin (Aslı ve Tercümesi), Hadis No: 385, s.293.

[17] Sûre-i Bakara, Ayet 255; Sure-i Sebe, Ayet 23; Sûre-i Meryem, Ayet 87; Sûre-i Yunus, Ayet 3.

[18] İhya'u Ulumi'd-Din, Cild 4, Hadis No: 676, s. 947.

[19] Müzekkin Nufuz, S. 436; Abdulkadir Geylani'nin Menkıbeleri, s. 50. (Benzeri)

[20] İhya'u Ulumi'd-Din, Cild 4, Hadis No: 678, s. 949.


.