ASHAB-I RESULULLAH’A BUĞUZ EDENLER BAHSİ

Ashab-ı Resulullah hakkında Hadisler:

عَنِ ابْنِ عُمَرَرَضِيَ اللّٰه عَنْهُمَا قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اِذَا رَأَيْتُمْ الَّذ۪ينَ يَسُبُّونَ أَصْحَاب۪ى فَقُولُوا لَعْنَةُ اللَّهِ عَلٰى شَرِّكُمْ (ت طب طس)

İbn-i Ömer Radiyallahu anhu rivayeti ile Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellem:

“Ashabıma kötü söyleyenleri gördüğünüz vakit, Allah'u Teala Hazretlerinin la'neti sizin şerrinize olsun,”[1] deyiniz diye buyurmuştur. Yine:

Hadis-i Şerif’te:

عَنْ اَنَسٍ رَضِيَ اللّٰه عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اللّٰهَ اللّٰهَ فِى أَصْحَابِى فَمَنْ أَبْغَضَهُمْ فَلِبُغْض۪ى أَبْغَضَهُمْ وَمَنْ أَحَبَّهُمْ فَلِحُبِ۪ى أَحَبَّهُمْ اَللّٰهُمَّ اَحَبَّ مَنْ أَحَبَّهُمْ وَاَبْغِض۪ى مَنْ أَبْغَضَهُمْ (ابن النجار)

İbn-i Naccar ‘da Enes Radiyallahu anhu ‘dan Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellem:

“Ashabım hakkında Allah, Allah derim. Her kim onlara buğuz ederse bana buğuz etmiştir. Ben de o kimseye buğuz ederim. Ve her kim Ashablarımı severse beni sevmiştir. Ben de o kimseleri severim. Allah'ım sen Ashabımı sevenleri sev ve Ashabıma buğuz edenlere sen de buğuz et,”[2] diye buyurmuştur. Bu Hadis-i şerifler anlayanlara yeter!...

Her kim Ashabın her hangisine kötü zanda bulunursa, dini Muhammed'in aleyhinde olmuş olur. Çünkü islam dini Ashabın sözleri ile temel bulmuştur. Onların her birisi dinimizin bir erkanıdır.

İmam-ı Azam Efendimiz Hazretleri; Hazreti Muaviye Radiyallahu anhu diyerek kitabına yazmıştır.

Hazreti Şeyh Abdulkadir Geylani (Gaddesallahu Sırrahul Aziz

“Hazreti Muaviye'nin halife-i Resulullah olduğunu kabul etmeyen bizden değildir” diye kitabında yazmıştır. Ne yazık ki kadiri müridiyim diyen bir kısım insanlar Hazreti Muaviye Radiyallahu anhu'ye buğuz ederler.

İmam-ı Hasan Radiyallahu anhu, Hazreti Muaviye Radiyallahu anhu'ye biat ederek halife eylemiştir. Onun rey-i tasvibini kabul etmeyen bizden değildir diye Şeyh Abdulkadir Geylani Efendimiz kitabında buyurmuştur.

Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri “Ashabıma buğuz edenlere şefaatim yoktur”[3] demiştir. Yine benim hatırımı sayan Ashabıma buğuz etmez, buğuz edene şefaatim yoktur demiştir.

[Bu din-i mübin Ashabın Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem'den duyduklarını yazmakla onların ağzından alınan Hadis-i şeriflerle temel bulmuştur. Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i şerifle yeryüzüne Ashabın eliyle dağılmıştır. Bir de Peygamberimiz en zor sıkışık dar zamanlarında Ashab mallarıyla, canlarıyla çalışıp bu din-i mübini her tarafa yaymıştır. Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem'in dünya yüzüne İslam dinini yaymasında Ashabın çok büyük katkısı olmuştur. Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem'den sonra Ashab bu din-i mübini yaymak için aralıksız savaşlar, harbler yapmışlar. Kendi memleketlerini terk edip küffar içine gurublar halinde gidip bu din-i mübini yaymışlardır. İmam-ı Azam ve diğer mezheb imamları kurdukları mezhebi ve Abdulkadir Geylani Hazretleri ve diğer tarikat pirleri kurdukları tarikatı, Ashaba borçludurlar. Onlar Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem'e sahib olmasalar bu din-i mübini ayetleri, hadisleri elden ele, dilden dile bütün dünya yüzüne yaymasalar ne İmam-ı Azam o mezhebi kurabilirdi. Ne tarikat pirleri ve mezheb sahibleri, din kitabı yazarları, o kitapları yayabilir ve o tarikatları kurabilirdi. Bunların hepsi bu yaptıklarını Ashaba borçludur. Onun için imam-ı Azam ve Gavs'ul-Azam Şeyh Abdulkadir Geylani Hazretleri Ashabın en küçüğünün derecesine yetişmesine imkan yoktur. İlim de İmam-ı Azam ve Abdulkadir Geylani Hazretleri çok yüksektir. Allah ve Resulullah yanında, din hususunda fedakarlık gösterip, ilk islamiyeti yeryüzüne yayıp, bu hususta en yararlı işler yapmada, bu şans başkalarında olmayıp bir tek Ashab'da olmuştur. En kritik zamanlarda Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem'e sahib çıkmada, din-i mübini yeryüzüne yaymada, Ashabın çok büyük katkısı olmuştur. Onların derecesine kimse yetişemez. Çünkü Kur'an, din-i mübin; Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem'in eliyle yayılıyor. Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem'e bu hususta en büyük desteği Ashab, sonra Tabiinler yapıyor. Bu şeref Ashab ve Tabiinden başkasına nasib olmuyor. Diğerleri onların yazdığı Kur'an'ı hadis ilmini ikinci planda yaymışlardır. İlk tohumu eken onlardır. Onun için Allah'u Teala yanında onların derecesine kimse yetişemez.

Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor:

“Bir adam, bir adama ilim babından bir şey öğretse o da başka birisine öğretse en son öğrenenin defterine yaptığı ibadetin sevabı yazılır. Ona öğretenin defterine hem en son yapanın sevabının karşılığı, hem de kendi yaptığının sevabı yazılır. Bu din-i mübini ilk öğreten, ilk yayan Ashab olduğundan mezheb imamlarının tarikat pirlerinin, evliyaların yaptıkları sevabların karşılığının hepsi Ashaba yazılır. Kıyamete kadar yapanlarınkinin karşılığı Ashabın defterine yazılır. Onun için derecede Allah yanında en küçük sahabe olsa bile ashabın derecesine hiç bir evliya yetişemez.]

Hazreti Muaviye Radiyallahu anhu hakkında Hadis-i Şerifler çoktur.

عَنْ اَبِى هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰه عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اَللّٰهُمَّ عَلِّمْ مُعَاوِيَةَ الْكِتَابَ وَالْحِسَابَ وَقِهِ الْعَذَابَ (حم ، ع ، طب حل عن العرباض الحسن بن سفيان والحسن بن عرفة في حزبه والبغوى وابن قانع وحل كر عن الحارث عد كر عن ابن عباس ، طس ، طب وتمام عن عبد ابرحمن ابن الجوزي في الواهيات عن أبي هريرة)

Ahmed b. Hanbel, Taberani ve Ziyadat-i İbn-i Abdullah ve Hilye’de El-barcad Radiyallahu anhu’dan Hasan ibn-i Süfyan Ve’l Hasan İbn-i Urvete ve’l Bagavi ve İbn-i Kani ve Hilye ve İbn-i Asakir’de El-haras İbn-I Adi, İbn-i Abbas (Radiyallahu anhuma)’dan Taberani, Abdurrahman ibn'ül cevzi, Ebu Hüreyre (Rıdvanullahi Teala aleyhim ecmain)’den Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellem bu sayılan Ashabın söyledikleri rivayetleri üç Hadis-i şerif daha aynı bu Hadis-i Şerif gibi hepsi de birbirini tasdik ve tasvip eder. Buyuruyor ki:

“Allah'ım sen Muaviye'ye kitap ilmini ver ve hesab ilmini öğret ve azabtan koru”[4] diye buyurmuştur.

Ne yazık ki bir kısım kimseler gayri mezheblerin sözlerine bakarak bu kadar Peygamberimiz Efendimiz Hazretlerinin hadisleri varken acı acı söylemişken kıymete almazlar, korkmazlar. Kadiri dervişiyim derler. Ehl-i tarikatız derler. Din-i islamın sarsılacağı yeri bilmezler. Allah'ım bizleri bu gibi kötü itikadlardan muhafaza eylesin (amin).

[Hazreti Muaviye Radiyallahu anhu Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem'in kaynıdır, kayın biraderidir. Ebu Süfyan'ın kızını Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem alınca onlarla akraba olmuşlardır. Hazreti Ali; Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem'in damadıdır. Birisi damadı birisi kaynıdır. Bunun ikisi ölünceye kadar birbirlerinin kalbini kıracak bir söz söylememişler. Peygamberimiz'in yanında iki Ashab olup din kardeşi olarak çalışmışlar. Hazreti Muaviye ile Hazreti Ali arasındaki olan harb halifelik davası değil, Hazreti Osman'ın kan davası idi. Bu mevzuda ikisi de haklı idi. Eğer Hazreti Ali halife olmak istese kılıç çeker, karşıdakileri kırar, kendisi halife olurdu. Kendisinin dört sene halifelik devrinde istese Hazreti Muaviye ve taraftarlarını yok ederdi. Hazreti Muaviye ile Hazreti Ali arasında olan harbte müslümandır diye Hazreti Muaviye'nin askerine kılıç çekmedi. Onun kılıç çekmeye kıymadığı askere bizde söz söyleyemeyiz. Zübeyr[5] ve Talha [6] Radiyallahu anhu Hazretleri Aşere-i Mübeşşere'den olup cennetlikle sağlıklarında müjdelenmiştir. Aşere-i Mübeşşere'den cennetlikle müjdelenen Ashab'ın bir kısmı Hazreti Ali'nin askerinin içinde bir kısmı da Hz. Muaviye'nin askerinin içinde idi. Bunların hepsi de bize göre çok büyük zatlardır. Biz her iki tarafında yanında kapıcılarına, hizmetçilerine iş gördürebilmek için sırada bekleyen adam gibiyiz. Allah'u Teala onlara o kadar büyük derece vermiş; onlara göre bize de o kadar acizlik vermiştir. Misal; Cumhurreisi ile başbakanın arasında tartışma çıksa, birbirlerine kalb kırgınlığı olsa, bunların arasında şu haklı, şu haksız diye söz söylemek onların kapıcılarının haddi değildir!...

Ashab'ın, Aşere-i Mübeşşere'nin, Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem'in kayınbiraderinin yine Peygamberimiz'in damadının ki bunların arasına girmek söz söylemek bizim haddimize değildir. Ama Hz. Ali Ashabın en büyüklerinden ve Aşere-i Mübeşşere'dendir. Hazreti Muaviye Ashabın orta hallilerindendir. Onların en küçüğü de olsa diğer ümmetlerin hepsinin içinde en büyüğünden daha büyüktür. Onlara büyüktür büyüktür deyip sonunda da şu haklıydı, şu haksızdı. Şu şöyle yapmalıydı, bu böyle yapmalıydı demek onları büyük görmeyip küçümsemek olur. Derecede Hz. Ali, Hz. Muaviye'den çok yüksektir. Hz. Muaviye'de kendine göre o da Sahabedir, Ashab olmayan alimler her ne kadar büyük olsa, Allah yanında sevgili olsa, yine Hz. Muaviye'nin tozuna yetişmesine imkan yoktur. Sen onun milyonda biri kadar Allah yanında değeri olan bir alime Evliya der, büyük zat der, sözünü kesmez, her işine hak verirsin de Hz. Muaviye'nin yaptıklarına niçin dil uzatırsın? Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem:

“Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır.[7]Muaviye'de o kapının çalacak tokmağı taktakısı, şakşakısıdır.[8] Benden sonra Muaviye ile Ali arasındaki olan harb o ilim şehrinin kapısını çalmak ve açmaktır.”

Onun için her kim Hazreti Ali Radiyallahu anhu ile Hazreti Muaviye Radiyallahu anhu arasında olan sözlerini ve harbini, incelerse ona çok büyük ilim açılır. Peygamberimiz(Sallallahu Aleyhi Vessellem)'in Hazreti Ali Hakkındaki övücü Hadis-i Şerifleri çoktur. Malumdür uzun boylu yazmak istemiyorum. Onu öven hadisler çoktur. Buna karşılık Hazreti Muaviye hakkında onu öven hadislerde vardır.

Bir gün, Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem deve üzerinde idi. Arka tarafında Hz. Muaviye vardı. Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem sordu:

- Ya Muaviye! Bana neren yakın? Hz. Muaviye Radiyallahu anhu:

- Karnım yakın, kalbim yakın. Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem:

- Allah ilimle doldursun.[9] buyurdu.

Yine Hadis-i Şerif:

“Benim ümmetimin içinde en hayırlılarından birisi ilk deniz harbini yapandır. Onlar deniz harbini yapar. Bir adaya çıkar, o adayı alırlar.”

Bana cennette en yakın olanlardan birisi de odur dediği Hz. Muaviye Radiyallahu anhu 120 parça gemi ile ilk defa Kıbrıs'a çıkarma yaptı. Harble Kıbrıs'ı aldı. Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem'in halası Kıbrıs'a yerleşti ve orada vefat etti. Kabri şerifi Kıbrısta'dır.

Allah onların , bu dünyada himmet ve maneviyatlarından, yolundan, izinden, ahirette de komşuluklarından ve şefaatlerinden ayırmasın. (amin)

Anlaşılıyor ki; Peygamberimizin ilk deniz harbini yapan, benim yanımda çok sevgilidir. Bana cennette komşu olacak dediği Hz. Muaviye'dir.]

İmam-ı Ali Kerremallahu Veche Hakkında Hadisler:

[Hz. Ali hakkında da çok Hadis-i Şerif vardır. Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman'ı hadislerle çok övüyor.

- Ya Resulullah Ali hakkında bir şey demedin, deyince Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Ali'nin eti etimden, kanı kanımdandır. Ali bendendir”[10] insanın kendini övmesi doğru değildir. Ben, Ali'yi översem ben beni övmüş olacağım, insanda kendini övmez. Ali demek ben demektir. Yani aramızda en ufak zerrece bir fark yoktur.

“Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır.” Bütün Evliyaullahlar herkes o kapıya muhtaçtır. Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem ilim şehrinin bir tek kapısı o olunca iyice düşünmek lazımdır. Büyüklüğünün ve derecesinin ölçülmesine imkan yoktur.]

قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَنَا مَد۪ينَةُ الْعِلْمِ وَعَلِيٌّ بَابُهَا (ت طب حل ك)

“Ben ilmin şehriyim Ali ise kapısıdır,”[11] diye buyurmuştur.

İmam Ali (Kerremallahu veche) Radiyallahu anhu efendimiz varisi ulumun-Nebevidir. Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi ve sellem Hazretlerinin ilminin varisidir, ilm-i ledün kapısıdır, ilm-i ledün ehlinin sultanıdır.

Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki:

Uhud cenginde kuyuya düştüğümde Cebrail Aleyhisselam geldi dedi ki:

قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: نَادِ عَلِيًّا مَظْهَرِ الْعَجَائِبِ تَجِدْهُ عَوْنًا لَكَ فِى النَّوَائِبِ ل۪ي اِلٰى اللّٰهِ حَاجَت۪ى كُلِّ هَمٍّ وَ غَمٍّ سَيَنْجَل۪ى بِنُبُوَّتِكَ يَا مُحَمَّدُ بِوِلَايَتِكَ يَا عَلِيُّ يَا عَلِيُّ يَا عَلِيُّ اَدْرِكْن۪ى وَ عَلَيَّ مَحْوِل۪ى

“Allah'u Teala'ya benim hacetim var, benim sıkıntılarım, kaygılarım, acılarım var. Bana dön, Nübüvvetinle ya Muhammed! Velayetinle bunların hepsi senin hürmetine, senin Nübüvvetinle olacaktır. Ya Aliyyü, ya Aliyyü, ya Aliy.”

- Ya Muhammed! Ali'yi çağır acaibler zuhur ettiğini göreceksin. Sıkıntılı zamanında onu sana yardımcı bulursun.

Bu duanın okunuşu: “Nade aliyyen mazharil acaib, tecidhü avnen leke finnevaib, liy ilallahi haceti külli hemmin ve ğammin seyenceliy bi Nübüvvetike ya Muhammed, bi vilayetike ya Aliyyü ya Aliyyü ya Aliy edrikniy ve aleyye mahviliy.”

Bir kimse bu dua ile çağırsa ve okusa (25, 51, 100 veya 150) kere okusa dar zamanında Allah'u Teala'nın, Resulullah'ın Aliyyül Murtaza'nın ve pirlerin himmetleri yetişir.

[Aliye çağır acaiblerin zuhur ettiğini göreceksin. Senin en sıkıntılı zamanında onu sana yardımcı bulacaksın. Onun sana yardım etmesi bu olacak, olan hallerin hepsi senin büyüklüğüne senin hürmetine olacak. Nübüvvetinle olacak ya Muhammed! Ali'nin gelmesi sana yardım etmesi seni kurtarması senin Nübüvvetiyin büyüklüğünün hürmetine olacak ya Ali, ya Ali, ya Ali beni düşün. Benden tarafa dön. Beni idrak et demektir.

Hazreti Ali geldi kafirleri dağıttı, peygamberimizi Uhud dağının sarp bir yerine götürdü. Bir yol var, ancak bir kişi gidebiliyordu. Hazreti Ali o yolun üzerinde tek başına durmuş her gelen kafiri vurup düşürüyordu. Hazreti Ali'nin elindeki kılıç kırıldı. Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem kendi kılıcı olan zülfikarı Hz. Ali'ye verdi. Müslümanların hepsi dağın sarp çıkılması zor olan yerine çekilmiş harb edemiyorlar. Ortada bir tek harb eden Hazreti Ali, ortada çarpışan kılıç bir tek Zülfikardı. Her gelen kafiri vurup düşürüyordu. Bunu gören Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem;

قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَا فَتٰى اِلَّا عَلِىٌّ لَا سَيْفَ اِلَّا ذُوالْفِقَارٌ

“Ali'den başka fethedip savaşı kazanacak yoktur, zülfikardan başka savaşı kazanacak kılıç yoktur, diye buyurdu.

Duanın sonu (Edrikniy ve Aleyye mahviliy) Manası: Beni idrak et, benden tarafa dön. Bana yardım et, demektir. Esas aslı budur. Bilal Babam bu duanın sonunu umumun faydalanabilmesi için değiştirdi. (Edrikna ve Aleyna mahviliy) Bizi idrak et, bizden tarafa dön, bizi kurtar demektir. Topluma okunursa böyle okunması lazımdır.

Ben Hilmi Kutlubay duanın sonunda her ikisini de okuyorum. İlk defa “edrikniy ve aleyye mahviliy,” ikincide “edrikna ve aleyna mahviliy.”

Beni idrak et, beni kurtar, benden tarafa dön, ikinci de bizi idrak et, bizi kurtar, bizden tarafa dön demektir.

Cihar-ı Yar içinde en büyük en harikulade acayip garaib haller en fazla Hz. Ali Radiyallahu anhu'de zuhur etmiştir.

“Ashab'ın içinde üç ay evvel şehid düşen Nofeli Medine'nin dışında çağırıp atıyla silahıyla diriltip getiren Hz. Ebu Bekir Radiyallahu anhu dir.”[12]

Sırtını yakan güneşe hışm ile bakınca güneşi karartan Hz. Ömer Radiyallahu anhu'dir.[13]

İkibin sene önce ölen Anter'in kabrine gidip çağıran, dirilten, soru soran Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem'in ve Sahabelerin yanına beraber gelen Hz. Ali Radiyallahu anhudir.[14] Bir dereye gidip çağıran çok eski bir başka ölüyü dirilten yine Hz. Ali Radiyallahu anhudir.[15] Kendisine Allah'sın diyen askerin başını kesip tekrar dirilten, tekrar başını kesen, Harpte susayan asker için dağa çağırıp dağı yaran su çıkartan, o suyu askere içiren Hz. Ali Radiyallahu anhu'dir. Harpten tek başına dönüşünde misafir alan olmayınca kabristanlığa çağırıp atıyla beraber içine giren kabir ehline misafir olan Hz. Ali Radiyallahu anhu'dir. Üzenginin birisine basıp, öbürüne basana kadar Kur'an-ı hatmeden Hz. Ali Radiyallahu anhu'dir.[16] Hz Ali Radiyallahu anhu'nin yeminini anlamayan Ashabın Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem'in duası ile Kebin dağına gitmesi, Hz. Ali Radiyallahu anhu'nin büyüklüğünü orda görmeleri ve inanmaları. Hz. Ali Radiyallahu anhu annesinin karnında canlanınca puta tapan annesinin karnını tekmeleyip, vurup, sancılandırıp annesini puta taptırtmayan Hz. Ali Radiyallahu anhu'dir.[17] Ayetleri sırası ile yazamamışsın diye itiraz eden adamın yüzüne elini sürüp Levh-i Mahvuzu gösterip, o sıraya göre yazdığını isbat eden Hz Osman Radiyallahu anhu'dır.[18] Allah hepsinden razı olsun. Amin.]


[1] Süneni Tirmizi, Hadis No: 3801; Taberani, Mu’cemu’l-Evsat, Hadis No: 8609; Taberani, Mu’cemu’l-Kebir, Hadis No: 769; Ramûzu'l-Ehadis, Hadis No: 622; Kenzü'l-İrfan, Hadis No: 155.

[2] Ramûzu'l-Ehadis, Hadis No: 2175; Kütüb-i Sitte, Cild 1, Hadis No: 7.

[3] Ramûzu'l Ehadis, Hadis No: 4243; Kenzü'l-İrfan, Hadis No: 162; Münavi, Kûnuz'ül Hakaik, s. 81.

[4] Ahmed Bin Hanbel, Müsned, Hadis No: 16526; Taberani, Mu’cemu’l-Kebir, Hadis No: 15031; İbn-i Hibban, Hadis No: 7333; Ma’rifetüs-Sahabeti Naim İsbehani, Hadis No: 1952, 1953; Ramûzu'l-Ehadis, Hadis No: 2182; Mir'at-ı Kainat, Cild 2, s. 6.

[5] Mir'at-ı Kainat, Cild 1, s. 581.

[6] Mir'at-ı Kainat, Cild 1, s. 597.

[7] Dört Büyük Halife Kitabı (Şemsüddin Ahmed Efendi), s. 259; Sünen-i Tirmizi, Cild 6, Hadis No: 3969; Mir'at-I Kainat, Cild 1, s. 701; Berika, Cild 2, s. 91; İslam Tarihi (M. Asım Köksal), Cild 11, s. 278.

[8] Dört Büyük Halife Kitabı (Şemsüddin Ahmed Efendi), s. 275.

[9] Mir'at-ı Kainat, Cild 2, s. 6.

[10] Sünen-i Tirmizi, Cild 6, Hadis No: 3958; Taberani, Mu’cemu’l-Kebir, Hadis No: 10898; Ma’rifetüs-Sahabeti Naim İsbehani, Hadis No: 330; El-Müstedrek Li’l-Hakem, Hadis No: 4614, 4613, 4612; Dört Büyük Halife Kitabı (Şemsüddin Ahmed Efendi), s. 257.

[11] Kenzü'l İrfan, Hadis No: 128; Mir'at-ı Kainat, Cild 1, s. 701; Berika, Cild 2, s. 91; Sünen-i Tirmizi, Cild 6, Hadis No: 3969; İslam Tarihi (M. Asım Köksal), Cild 11, s. 278.

[12] Dört Büyük Halife (Şemsüddin Ahmed Efendi), s. 45.

[13] Dört Büyük Halife (Şemsüddin Ahmed Efendi), s. 108-109.

[14] Dört Büyük halife (Şemsüddin Ahmed Efendi), s. 305.

[15] Dört Büyük Halife (Şemsüddin Ahmed Efendi), s. 262.

[16] Berika, Cild 2, s. 80; Şevahidün Nübüvve, s. 242; Altıparmak Kitab-ı, s. 473.

[17] Siyerin Nebi, Cild 1, s. 570.

[18] Dört Büyük Halife (Şemsüddin Ahmed Efendi), s. 191.


.