TARİKAT HAKKINDA

TARİKAT’IN BEYÂNI HAKKINDA

İnayeti Hakk ile şimdi tarikata dair olan Kur’an-ı Kerim’in ayetleri ile hadîs-i şerifler delilleri ile yazılacaktır. Hadis-i Şerifler çok sahih, söyleyenler sahabedendir. Kitapların ismi işaret edilecektir.

İzah: Tarikat-ı Âliye, Rasulullah sav’in bazı ashablarına gösterdiği yoldur. Hakk Teâlâ’nın yoludur. İki usuldür: Biri gizlidir. Biri âşikardır. Rasulullah sav, gizli olanı Ebu Bekir Sıdık ra’u Efendimize şöyle vermiştir, demiştir ki:

-“Yâ Ebu Bekir! dilini tut kalbini kalbime rabt etBağla demektirKalbinden Allah Allah Allah demeye devam et ki, esrar-ı ilahileri, nur’u ilahi, ism-i a’zam’ı sana Allah’u Teâlâ ta’lim ile bildirsin,”dedi.

Hazreti Sıddik-i Azam Efendimiz cezbeyi aldı. Mübarek o kadar devam ederdi ki lafza-i celalin ateşinden mübarek ciğerinin piştiği, kokusu âşikar olurdu. Bazen Allah Allah Allah derken ayakta dönerdi. Mübarek ayakları yerden kesilirdi. Cezbe-i ilahiyyeden hem zahiren hem de batınan yanmıştı. Dünyayı büsbütün atmıştı. Hak’la nice halleri de etmişti.

Sonra İmam Ali radiyallahu anhu ve kerremallahu veche Efendimize:

- “Yâ Ali sana bir yol göstereyim ki; o yol seni dünyada sağ iken Hakka vasıl eyler. Ve hem de çok kolaydır,”diye buyurdu.

-O da buyur Yâ Rasûlallah,dedi.

-Yâ Ali gel dizlerini dizlerime daya. Gözlerini kapa. Sen de kalbini bana tut. Ben üç defa “lâ ilâhe illallah” derim sen gizlice dinle. Sonra sen söyle ben dinleyeyim, dedi. Âşikare olarak mübarek sesini kaldırarak üç kere sağa sola meyl ederek “lâ ilâhe illallah” dedi. Sonra İmam Alikvsöyledi. Kalbi mübarekine kelime-i tevhidin nur’u aşılandı.

Böylece ikisi de Rasulullahdan nasıl aldılar, öylece verdiler. İşte bu zamaneye kadar gelen mürşidler aynı onlardan gördüklerini yapmaktadırlar.

Fakat evvel iki rekat namaz, tövbe-i istiğfar ile Suya okuyup içirirler ve dua eylemeleri güzeldir. Sonradan ihdas ve icra eylemişlerdir. Hepsi güzeldir.

﴿ رَضِىَ اللّٰهِ عَنْهُمْ اَجْمَع۪ينَ

Radiyallâhu anhum ecmaîn.

1.Hadis-i Şerif:

عَنْ مَحْمُودِ ابْنِ حَاطِبٍ اَنَّهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ : ﴿ عِلْمُ الْبَاطِنِ سِرٌّ مِنْ أَسْرَارِ اللّٰهِ تَعَالٰى وَحِكَمٌ مِنْ حِكَمِ اللّٰهِ تَعَالٰى يَقْذِفُهُ فِى قُلُوبٍ مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ حم ت ه حسن طب ق ك عن محمود الديلمى

Tercümesi: Rasulullah sav buyurdu ki:

“İlmi batın Allahu Teâlâ’nın sırlarından bir sırdır ve Allahu Teâlâ’nın hikmetlerinden bir hikmettir ki, dilediği kulunun kalbine koyar,”[1]kullarından dilediğine verir.

Kur’an-ı Kerim’de:

﴿ فَوَجَدَا عَبْدًا مِنْ عِبَادِنَٓا اٰتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا

MusaAleyhis-selâmile arkadaşı kullarımızdan bir kulumuzu buldular ki Biz ona rahmet verdik ve ona ilm-iledünniyeyi de öğrettik,[2]dediği buna delildir ki bu hadis-i şeriftedir. İsteyen Kur’an’da Musa Aleyhis-selâm’ın kıssasını okusun. Musa Aleyhis-selâm’ın kendisinden daha rütbesi aşağı olan bir kulun yanına gitmesi, İlm-i Ledünnü ondan öğrenmesi bizlere ibrettir. Ve yol göstermektir ki, Siz de kuluma gidin demektir. O kullar da Mürşid-i kâmillerdir. Onlara varmadan bu ilim alınmaz.

İlim ikidir. Biri fıkıh ilmidir. Biri de pirlerin ilmidir, ilm-i batındır, hal ilmidir.

İzah: İlm-i batın dediği gaib, gizli herkesin bilemediği, ileride olacakları veyahut uzak yerlerde olup görünmeyen, bilinmeyen şeyleri bilmektir.“Esrârullah”dediği ilm-i batını bilenler Allah’u Teâlâ’nın bildirmesiyle, onun sırrıyla bilirler. Yoksa hiçbir kimse gaib-i bilemez. Yalnız Allah’u Teâlâ’nın bildirdiğini bilir. Her hepsinde bilemez.

﴿ وَحِكَمٌ مِنْ حِكَمِ اللّٰهِ تَعَالٰى

“Ve hikemun min hikemillâhi teâlâ,”dediği de;“bu bir hikmettir ki Allah’u Teâlâ’nın hikmetidir,”herhangi bir kulunu sevdikten sonra dilerse kalbine bu hikmeti koyar. Kur’an-ı Kerim’de Allah’u Teâlâ ve tagaddes Hazretleri:

﴿ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُو۫۫تِىَ خَيْرًا كَث۪يرًاۜ

“Her kime hikmeti verdimse muhakkak ona çok büyük hayırlar vermişimdir.”[3]

Hikmet ile bilinen ilim ancak dervişlere mahsustur ki yalnız zikrullah nurunun kuvvetiyle kalbe gelir ve çeşme suyu gibi kendi başına dökülür.

Hadis-i Şerif’te bunu açıklar:

﴿ مَنْ أَخْلَصَ لِلّٰهِ أَرْبَعِينَ صَبَاحًا ظَهَرَتْ يَنَابِيعُ الْحِكْمَةِ مِنْ قَلْبِهِ اِلٰى لِسَانِهِ

Yani,“Her kim kırk sabaha halisen muhlisen zikrullah ile dâhil olursa hikmet o kimsenin kalbinden diline akar,”[4]diye buyurmuştur.

Bu da dervişlerin kırk gün çile yapmalarıdır. İlmin asıl menfaatlı olanı budur ki halktan öğrenip sevilenler ile haktan öğrenip sevilenler birveberaber olmaz.

Bu ilm-i hikmet okumamış olan kimselerde de zuhur eder. Nice okumuşlar karşısında susar. Bu ilim Hakk’ın lutfudur. Devetabanı gibi gönle Haktan kalıp kalıp doğar gelir veya söylenir. O da başkadır.

2. Hadîs-i Şerif:

عَنْ اَنَسِ ابْنِ مَالِكٍ اَنَّهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ : ﴿ اَلْعِلْمُ عِلْمَانِ فَعِلْمٌ ثَابِتٌ فِى الْقَلْبِ فَذَاكَ الْعِلْمُ النَّافِعُ وَعِلْمٌ فِى اللِّسَانِ فَذَاكَ حُجَّةُ اللّٰهِ عَلٰى عِبَادِه۪ ابو نعيم وراموز الاحاديث عن انس﷈

Tercümesi: Peygamber Efendimiz sav buyurdu ki:“İlim ikidir. Bir ilim kalbte sabit olan ilimdir ki,kalbe verilen Hakk’ın sırrıdır.Asıl ilm-i Nafi de budurHakk’ın vergisi odur..Bir ilim de dillerde söylenen bir ilimdir ki; Kullarına Hakk’ın hüccetidir. Bu ilim hüccettir ki; İnsanlar birbirini bununla ikna eylerler.”[5]İlm-i batın kalbte anlayış ve nurdur. Bu nur da zikrullahsız hâsıl olmaz. Cenab-ı Hakk Teâlâ kula zikre çalıştıktan sonra verir. İlm-i Ledünni kapısı açılır. Önceki Hadîs-i Şerife bak.

İzah: İlim ikidir dediği, bir ilim kalpte sabittir, diyor. Bu kalpte sabit olan Cenâb-ı Hakk’ın kula vergisidir. Hakk çalışanların kalbine koyar. İşte tarikat ilm-i budur. Tarikata çalıştıktan sonra kemal bulan dervişin kalbine Allah’u Teâlâ bu sırrını verir.

Nasılki bir kablo elektrik santiralinden ceryan almadan bir iş göremiyor. Fakat kuvvet alınca koca bir şehri aydınlatıyor. İşte kalbini Cenâb-ı Hakk’ın sırrına yetiştiren bir zaif âdem bütün dünyayı aydınlatmaya kâfidir. Fakat Hakk’tan ne emir olur, ne zuhur eyler ise ona tâbî’ olur.“İşte en gerekli ilim de budur,”diye buyurmuştur.

İkinci ilim, okumakla öğrenilen ilimdir ki fıkıh, şeriat hükümleridir. Bu olmasa yukarı ilmi bilmeyenler ne yapabilirlerdi. Yukarı ilm-i kazanmakta bununla amel eyledikten ve zikrullâha çalıştıktan sonra hâsıl olur. Fakat şu da var ki, bu ilmi kazananlar okumamış olsa da zikrullah ve kendi bildiği kadarı ile şer’i şerif üzere çalışırlar, kazanırlar. Ama muhakkak bir mürşidin terbiyesiyle olabilir. Bu muhakkaktır. Ama bu kalpte doğan ilim ikidir. Biri rahmanidir, Hak’tandır. Biri de şeytanidir, şeytandandır.

Kalbine doğan kimsenin, şeriatı düzgün, görülen de Şeriata uygun ise rahmanîdir; şeriate uygun değilse şeytanidir. Eğer şeriatı tam olursa, nazar kalbine doğan ilim neyse Hak’tan mı şeytandan mı bilmek kolay olur.

3. Hadîs-i Kudsî:

عَنِ الْحَسَنِ اَنَّهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ : ﴿ يَقُولُ اللّٰهُ عَزَّ وَ جَلَّ اِذَا كَانَ الْغَالِبُ عَلٰى الْعَبْدِ الْاِشْتِغَالُ ب۪ى جَعَلْتُ بُغْيَتَهُ وَلَذَّتَهُ ف۪ى ذِكْر۪ى فَاِذَا جَعَلْتُ بُغْيَتَهُ وَلَذَّتَهُ ف۪ى ذِكْر۪ى عَشِقَن۪ى وَعَشِقْتُهُ فَاِذَا عَشِقَن۪ى وَعَشِقْتُهُ رَفَعْتُ الْحِجَابَ فِيمَا بَيْن۪ى وَبَيْنَهُ وَصَيَّرْتُ ذٰلِكَ تَغَالُبًا عَلَيْهِ لَايَسْهُوَ اِذَا سَهَا النَّاسُ اُو۬لٰئِكَ كَلَامُهُمْ كَلَامُ الْاَنْبِيَاءِ اُو۬لٰئِكَ الْاَبْدَالُ حَقًّا اُولٰئِكَ الَّذ۪ينَ اِذَا اَرَدْتُ بِاَهْلِ الْاَرْضِ عُقُوبَةً أَوْ عَذَابًا ذَكَرْتُهُمْ فَصَرِفْتُ ذٰلِكَ عَنْهُمْ حل وراموز الاحاديث عن حسن

Tercümesi: Hasan ra’dan Resulullah sav buyurdu ki:

“Allah’u Teâlâ buyurdu ki: Kulumun bana meşgulü, benimle meşgul olması ona galip ve ziyade olunca, o kulumun derununu, gönlünün isteklerini ve lezzetini benim zikrime koyarım. Ne vakit ki, onun gönlünün isteği ve lezzeti benim zikrimde oldu mu;o kulumbana âşık olur. Ben de ona âşık olurum. Ne vakit ki ben ona, o bana âşık oldu mu, aradaki perdeleri açarım. Kendi ile benim aramdaki perdeler kalkar ve kaldırırım. Onu kâmil, üstad, akıllı kulum eylerim. İşte bunlar ne zaman onun üzerine galebe çaldı mı; artık o kulum nasıninsanlarınyanıldığı zaman yanılmaz. Onların sözleri Enbiyaların sözleri gibidir. Onlar hakkıyla ebdaldır ki; bizim lisanımızda kırklardır. Onlar öyle bir kimselerdir ki; ne vakit yeryüzüne ukûbet veya azab vermek istesem, onların yeryüzünde bulunduğunu anarak o belayı vermekten vaz geçerim.İşte bu yeryüzüne gelecek ukûbetin gelmemesi bu kullarımdandır,”[6]diye buyurdu.

Bak şimdi, İlm-i Ledünü kazanmak zikrullaha çalışmakla ne büyük adam oldukları ve Mürşid-i Kâmilin lâzım olduğu aşikâr oldu.

Şimdi bak! ileri dikkat et kardeşim. Zikrullahta neler var imiş ve nelere sahib olurlar imiş. Gözünü aç, uyuma, sende çalış, ömrün geçmeden sen de biraz bir şeyler öğren, sakın, bu fırsat geçer, sonra pişman olursun. Bak bunlar kimdir? Bunlardan ayrılma kardeşim, vesselam.

Her insanda Hakka sevilmek ve Hakkı sevmek kabiliyeti vardır. Bu istidat sende de vardır. Hakk Teâlâ her insana bu hasleti vermiştir. Fakat zikrine çalışmak şarttır.

İzah: Bir kulum benim zikrimle meşgul olup da onun zikrimle meşguliyeti kendi üzerine galebe çalması dediği nedir?

Bir kimse bir mürşid-i kâmilden inâbe ders aldıktan sonra zikrullaha çalışır, dersine devam eder. İşte ondan sonra onun kalbine ateş düşer. Allah’u Teâlâ’nın sevgisiyle yanar. Canını, malını, evladını terketmek derecesine gelir. Hepsi gözünden çıkar. Sevgiyle gece Allah’u Teâlâ’ya ibadet etmek ister. Yüreğinde bir sızı, gözlerinde yaş, derununda bir ateş, gözünde, yüzünde bir hasret bir gariplik, gönlünde bir arzu âşikar olur. Artık gece gündüz Hakkı sever onu arzular. İşte bu halle çalışırken Allah’u Teâlâ bunun ciddi olup olmadığını tayin beyan etmek için her türlü belalar, sıkıntılar ile sınar. Bir kimse istikametini yani tuttuğunu da kestirmeden devam eder de ayrılmaz ise, Allah’u Teâlâ o kulu sever; kul daAllah’u Teâlâ’yı daha ziyade sever, arzular artar. Kemâli bulur.

İşte o yukarı da söylenen ilmi, bilgiyi, hikmeti bu kimseye verir. Artık bu kimse kendi kendine Allah’u Teâlâ’nın yolunu görür, tanır ve halka da tanıtır.

İşte halk yanıldığı zaman yanılmayan bunlardır. Bunlar peygamber vekilleridir. Bunların sözleri peygamber sözü gibidir.

Hadis-i Şerif’te:

﴿ عُلَمَٓاءِ اُمَّت۪ى كَاَنْبِيَٓاءِ بَن۪ى اِسْرَائ۪يلَ

“Ümmetimin uleması beni İsrail peygamberleri gibidir.

Bir rivâyete göre de:

﴿ اَوْلِيَٓاءِ اُمَّت۪ى كَاَنْبِيَٓاءِ بَن۪ى اِسْرَائ۪يلَ

Ümmetimin evliyası beni İsrail peygamberleri gibidir,”[7]diye buyurmuştur.

Ben-i İsrail, Yusuf, Mûsâ ve birçok peygamberlerdir.

﴿ عَلَيْهِمَا الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ

Aleyhimâ’s-salât’u ves-selâm.

Hadîs-i Şerif:

.