VAHDETİ VÜCUT VE EVLİYALARININ İKİ OLDUĞUNUN BAHSİ

Vahdeti vücuda ne dersin diyenlere cevap:

Bu evliyaullahlar iki kısımdır. Birine Evliyayı Kümmelin derler. Birisine de Mürşid-i Kamilin derler. Biri vahdeti vücuda ganidir. (Vahdet-i vücutcudur) O birisi de vahdet-i vücuda gani değildir. Bu ikisinin kavline çok kimseler şaşıp kalmışlardır. Çok dedikodular var, amma hakikatı bilenler kısadan söylemişler. Anlaşılmamıştır, dedikodu çoktur.

Vahdet-i vücuda gani taraflar: Çalışan insan Hakka vasıl olunca Hak olur, arada bir şey kalmaz. Vücud birdir, O da haktır. Başka vücud yoktur. Vasıl olunca (insan Hakka vasıl olup, hakka kavuşunca) insan denize düşen damla gibi oldu, Hak oldu, başka bir şey kalmadı derler. Bunu söyleyenler Evliyayı Kümmelinlerdir.

Mürşid-i Kamilinler ise buna gani, (bu görüşte) değildirler. Sebebi şudur: Bir Evliyaullah Hakka vasıl olunca Hakkta fani olur, Kendileri yok olur, hepsi böyle olurlar. Hakk'ın vücudundan başka bir şey kalmaz. Fenaya mahve dalmışlardır.

Hadis-i Şerifte buyuruyor ki:

قَالَ رَسُولُ اللّٰه صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اَفْنُوا ثُمَّ اَفْنُو ثُمَّ اَفْنُوا (قش)

“Fani olunuz, fani olunuz, sonra fani olunuz”[1] demektir.

Hakka vasıl ve Hakkta fani oldular. İşte o zaman Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellem Ashabı ile ve büyük Evliyaullahlarla batında bir cemaat kurar. Bu mahv-ı fenaya dalan evliyayı huzura alırlar. Bu Evliyayı kümmelin mi kalsın yahut Mürşid-i Kamilinliğe mi geçsin? bakarlar. Bunun genç yaşından beri yaptığı ibadetin defterine ve dosyasına Resulullah bakar. Ashab ve pirler de bakarlar. Okulda çocuğun siciline bakıldığı gibi bakarlar. Devamı, ahlakı, hali ve hareketi nasıldır? Bu zatın ahlak-ı hamidesi, tevekkülü ve teslimiyeti, sabrı sadakati bunlar var mı, tamam mı? Bir de anlayışı, anlatışı, konuşuşu, idaresi, cömertliği, din hususunda yeri gelince canını esirgemeyip atılganlığı nasıl, tamam mı? Bunlar tamam ise hepsi bu zatta var ise Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem bunu sahve çıkarır. Yani mahvu Fenadan geri ayıklığa çıkarır. Kendisini halife eder. Ümmetimi irşad etsin, Mürşid-i Kamilinden olsun der. Bu zata manevi cihazlar verir ve hil'at giydirir. Bu ümmeti irşada başlar. Bu zat farkı Muhammediye'ye erdirilir. Bütün hil'at-ı Muhammediye şeriatın temeli olduğunu bilir, temiz eder. Yine şeriata döner, aslını gördü mevcudatı ilahiyeyi ve bütün hilkatı görür ve bilir.

[Manevi cihazlar verir demek; zahirde mahkumlara vurulan zincir, onlara ait tek odalı hapis, hücre de bağlıyacak, çözecek, hapsedecek. Hasılı zahirde ne varsa Mürşid-i Kamile batında aynısı manen verilir. Onunla zahirini değil maneviyatla, bağlanacağı bağlar, çözüleceği çözer. Zahirdekinin hepsini batında yapar, uygular. Bir insan zahirde gezer, yürür, konuşur. Batında o hapis veya zincirli olabilir. Bunu müridlerde uygular.

Bunda da zahir dediğimiz bu dünya, batın dediğimiz maneviyatın iç yüzü. İşte o batında selahiyetli olur, batında hasta olur, batında hapis olur. İşte bu cihazlar manen hakiki Mürşid-i Kamile yetişmiş müridlere verilir.

Hil'at giydirir. Hil'at elbisedir. Manevi elbise giydirir. Bu ümmeti irşada başlar. Ümmeti Muhammedi irşad eder, ayıktırır, öğretir. Bu zat, fark-ı Muhammediye'ye erdirilir. Fark-ı Muhammediye'ye erenler her şeyin farkına varır, bilir. Bizim bilemediğimiz şeyleri bilir. Hem Kümmelinlik ne demek olduğunu hem de sahv'in farkı Muhammediye'nin ne demek olduğunu bilir. Her şeyin aslının Allah'tan, geldiğini sonra zahire çıktığını bilir. Kul Hakka kavuşmakla, Hak olamayacağını her kulda acizlik, yanılma eksiklik halleri oluğunu Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve sellem’in:

قَالَ رَسُولُ اللّٰه صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ (خ عن عائشة)

“Ma arafnake Hakka ma’rifetike.” “Ya Rabbi! Ben seni hakkı ile bilemedim,”[2] demesi, hadisi bunu söyler.

Kur'an-ı Azimüşşan’da (söylenen bizce bilinmeyenleri Kur'an-ı Kerim'de; “Dağlar, taşlar canlı cansız yerde gökte ne varsa Allah'u Teala'yı zikreder.”[3] Sıfat-ı subutiyede yaşama, görme, duyma, ilim Allah'u Teala'dan geldiğini görür, bilir o anı yaşayanla, görenle görmeyen bir değildir. O zat görür, konuşur o anı yaşar.)]

Hep yerini bulur. Vücudun vacibül vücut olduğunu, bir de Ehadis olduğunu bilir. Yani biri Allah'u Teala ve Tegaddes Hazretlerinin zatı o biri sıfatı ilahiyesidir, biri de mahlukatın hilkatıdır. Bu da ebedidir. Cennet ebedidir. Cehennem ve bütün insanlar, ruhlar Cennette ebedidirler, sonu yoktur. Aynı buradaki vücut gibi vücut sahibidir.

Kur'an-ı Kerim'de:

(Sure-i Taha, Ayet 108)

قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْسًا

“Mahşerde bir şey duyamazsınız, yalnız ayak sesi duyarsınız.”

Cennette yemek, içmek bu vücutladır. Kümmelinden birisi kitabında gurbiyeti ilahiyeye vasıl olanlar cennette yemezler, içmezler, hurilerle cem olmazlar diye yazmıştır. Halbuki Kur'an-ı Kerim'de Cenab-ı Hakk Teala Hazretleri buyuruyor ki:

Sure-i Vakıa'da sonra geride bunların yiyeceklerini, hurilerini hep haber veriyor.

(Sure-i Vakıa, Ayet 20-21)

“Onlar için pişmiş kuş etleri gelir.

Sofra duasında bizlere zevce, hanım olarak Hurin iyn nasip eyle diye dua edilir. Hurin iyn hakkında ayet vardır.[4]

[Bilal Babam vaazında Peygamberimizin mi'racını anlatırken cennette önünde bir ayak sesi gittiğini, Cebrail Aleyhisselam'e sorduğunu Cebrail Aleyhisselam'de senin müezzinin Bilal-i Habeşi'nin ruhaniyetinin ayak sesidir,[5] diye buyurdu. Şimdi bu ayette de mahşerde bir şey duyamazsın, ancak ayak sesi duyarsın. Bunun ruhaniyet ve maneviyat olmayıp vücutla olduğuna delil gösteriyor. Bu şöyledir: Ruhaniyet aslında görünmez, gizlidir. Sesi olmaz ama karşıdaki kimseyi ikna edebilmek için görünür, sesde çıkarır. Burda Bilal-i Habeşi'nin cennette gezdiğini bildirmesi için ve kullara ibret için Peygamberimize ayak sesini duyurtturuyor. Mi'raca giden bir tek Peygamberimiz. Duyan bir tek o olunca Bilal-i Habeşi'nin ruhaniyetinin gittiğini ayak sesi ile haber veriyor. Bu hadis'te de o zaman da hiç bir şey işitmezsin yalnız ayak sesi işitirsin demesi, çok muazzam büyük bir mahkemede herkes kendi hakkındaki verilecek kararı merak edip bekliyor. Çünkü Allah'u Teala Hazretleri hakim olacak,“Ahkemil Hakimiyn'dir.”Hakimlerin Hakimidir. [6]Peygamberimiz ve Peygamberler şahit olacak her insan için Allah'u Teala mahkeme yapacak, Peygamberleri ümmetlerine şahit yapacak.[7] Bu Kur'an-ı Kerim'de ayettir. Herkes bu mahkemede kendi hakkında verilecek cennetlik, cehennemlik kararını merak edip mahşer yerine doğru sessiz yürüyecek, yine herkes yaptığı amelinden mahçup olup saklamak isteyecek. Peygamberimiz mahşere çıplak olarak gelirler deyince Hazreti Aişe-i Sıddıyka validemiz;

- Kadınlar, erkekler bir arada nasıl olur dedi? Ya Aişe insan o zaman mahşerin şiddetinden yanındakinin erkek mi, kadın mı olduğunu bilemez, kendini de unutur. Nutku durur, donar demektir.[8] Bundanda anlaşılıyor ki o zamanda hiç ses yok, herkes halinin ne olacağını düşünüyor. Bir tek ayak sesi var demektir. Peygamberimiz ruhaniyeti, maneviyatı duyuyor, biliyor. Mahşerdeki kafirlerin ne ruhaniyeti bilir, ne de maneviyatı bilir. Duydukları o zaman tam yürüme ayak sesi oluyor.]

İşte bunun için ehl-i sünnet bu Ayetlere göre vücut ikidir. Hükemayine (Tasavvuf ehli, tarikat pirleri, şeyhleri) ikidir derler. Velhasıl bu Kümmelinler mahv-u fenada dalıp kaldıklarından Hakktan gayriyi görmezler. Daima hakikat alemine dalmışlardır. Hakkı görürler. Bunun için vahdet-i vücuda ganidirler. Hakkın vücudundan başka vücut yoktur derler. Mürşid-i Kamil olanlar ikisini de bilir. Evliyaların çoğu vahdeti vücuda ganidir. Çoğu hakikatte kalırlar. Bu Mürşid-i Kamiller binde bir çıkar. Her asırda bir çıkarlar. Hadis-i şerifte; “Her yüz senede sünnetlerimi tazeleyici bir kamil gelir[9] dediği budur. Bunların zahirden, batından haberi vardır. O Kümmelinler yalnız batını görürler, her nereye baksalar Hakkı görürler. Vucud birdir derler, halbuki şeriatın iç yüzü var, dış yüzü var. Hem içinde, hem dışında vücudu var. Batın vücudu ebedidir. Bunun için insanlar cennette ebedidir. Allah'u Teala'nın vücudu da ebedidir. İnsanların vücudu da cennette ebedidir.

[“O Allah evveldir, ilkdir, ahirdir, sondur, zahirdir, aşikardır, batındır, gizlidir”[10] Bu mübarek ayette Bilal Babamın dediğini aynen tasdik ediyor. Allah'u Teala'nın zatı hiç bir şeye benzetilmez. Sıfatı benzetilir. Bilal Babamın dediğini sıfatı yönünden söylüyoruz. Zatından sormak, haber vermek insanı küfre götürür.

İnsan ölünce ruh ölmez. Cennette hem ruh, hem bu zahir hayat devam eder. O'da ebedidir. Bazı kimseler bu dünyada öldü zannedilir, onlar ölmezler. Bir odadan diğer bir odaya geçmiş gibi olurlar. Bu odadan o bir odaya geçen bu odada görülmeyip o bir odada görüldüğü gibi ama dünyada Allah’u Teala'nın emri ile müşkilde olan çağıranlara yardımı yetişir.

Kur'an-ı Kerim'de: "Siz Allah yolunda ölenleri öldü sanmayın onlar diridir. Velakin siz bilmezsiniz.”[11] dediği odur.]

Bir kimse dese ki;

- “Allah'u Teala cennet ehlinin nefesinin sayısını bilir mi, bilmez mi?” dese Soran da cevap veren de kafir olur. Çünkü cevabında bilir derse, Kur'an-ı inkar olur. Cennet ehl-i cennettekiler ebedidir. Bilmez dese Allah'u Teala'ya acizlik (bilememizlik) cehil isbat etmiş olur. İnsanın her sözü Kur'an'a ve Hadis-i Şerife uygun olmalıdır.

[Bilir dese Kur'an-ı inkar etmiş olur. Cennet ehl-i ebedidir. Ebedi olunca bilinmesi için buna bir son verilmesi lazım. Ebedi olunca sonu yok demektir.

Mesela; Bir denizin üstüne su gelip artmasa, güneş, toprak çekip azalmayıp aynı seviyede dursa her 70 bin sene de bir damla su alıp başka bir dünyaya atsan bu denizin suyu biter mi? Bunun kaç senede biteceğini Allah'u Teala bilir mi? denilirse biz bilemeyiz amma Allah'u Teala bilir denilir. Çünkü denizin suyu nihayet bitmeye mahkumdur. Onun bir litresini hesaplamada da biz aciziz. Allah'u Teala hepsinin hesabından aciz değildir. Cennete gelince ebedidir diye kestirip atıyor. Ebedi olan şeyin sonu gelmez haliyle bilinmez, bilinir dersen ebediliğini inkar, Kur'an-ı inkardır. Bilmez dersen Allah'u Teala'ya acizlik isbat etmiş olursun. Onun için bu gibi şeyleri sormak-cevap vermek haramdır. Sorulmuş illa ki cevap vereceğim derse ilerisi insanı kafir eder.]


[1] Risaletü’l-Kuşeyriyye, Cild 1, s. 36. (Kuşeyri tercümesi, s.158)

[2] Umdetul Gari Şerhu Sahihi Buhari, C. 34, s.28, Hadis No: 1865; Feyzul Kadir, Hadis No: 2170; İmadiye'l-İslam, s. 20.

[3] Sûre-i Saad, Ayet 18-19; Sûre-i Nur, Ayet 41.

[4] Sûre-i Duhan, Ayet 54.

[5] Riyazü's-Salihin (İlk baskı), Cild 2, Hadis No: 1174; Delail-i Hayrat Şerhi «Kara Davûd», s. 341; El-Uhudü'l-Kübra (İmam-ı Şa'rani), s. 68, 74.

[6] Sûre-i Tin, Ayet 8.

[7] Sûre-i Nahl, Ayet 89; Sûre-i Nisa, Ayet 41.

[8] Sahih-i Buhari Tecrid-i Sarih, Cild 12, Hadis No: 2048.

[9] Mir'at-ı Kainat, Cild 2, s. 33; Müzekki'n-Nüfus, s. 419; Kütüb-i Sitte, Cild 15, Hadis No: 5577.

[10] Sûre-i Hadid, Ayet 3.

[11] Sûre-i Bakara, Ayet 154; Sûre-i Ali İmran Ayet 169.


.